Have an account?

Kimyasal Evrim İddialarının Geçersizliği

Darwin, sıcak bir gölün içinde yaşamın hammaddesi olan bazı kimyasallar bulunduğu takdirde, proteinlerin oluşabileceğini, bunların da çoğalıp, birleşip, bir hücre oluşturabileceklerini savunmuştu.( http://ibiblio.org/gutenberg/etext00/2llcd10.txt; [Charles Darwin to J.D. Hooker, Down, 29 Mart 1863) Darwin'in bu hayalini gerçekleştirmek ve hayatın kökenine sözde evrimsel bir açıklama getirmek için çabalayan binlerce bilim adamı da bu çıkmaz yola girdiler.


Rus biyokimyacı Alexander Oparin ve İngiliz genetikçi J. B. S. Haldane, 1920'lerde "kimyasal evrim" olarak bilinen teoriyi ortaya attılar. Darwin'in hayal ettiği gibi, yaşamın hammaddesi olan moleküllerin, enerji katkısıyla, kendi kendilerine evrimleşip canlı bir hücre yapabileceğini iddia ettiler. Ancak Oparin dahil hiçbir evrimci, bu "kimyasal evrim" iddiasını destekleyecek bir bulgu ortaya koyamadı. Aksine, 20. yüzyılda yapılan her yeni keşif, canlılığın kesinlikle rastlantılarla oluşamayacak kadar kompleks olduğunu gösterdi. Ünlü evrimci Leslie Orgel, bu konuda şu itirafı yapmıştır: "(DNA, RNA ve proteinlerin yapısı incelendiğinde) insan, yaşamın kimyasal yollarla ortaya çıkmasının asla mümkün olmadığı sonucuna varmak zorunda kalmaktadır." Leslie E. Orgel, "The Origin of Life on Earth", Scientific American, cilt 271, Ekim 1994, s. 78


İnsanın yapı taşı hücre bir yana, DNA'nın temel yapısındaki nükleotidlerin dahi, tesadüfler sonucu, erken dünya koşullarında kimyasal özelliklerini koruması mümkün değildir. Evrimci çizgide yayın yapan bilim dergilerinden Scientific American'da yer alan şu satırlar, evrimcilerin bu konudaki itiraflarını dile getirmektedir:

Muhtemel ilkel dünya koşullarının taklit edildiği gerçekçi deneylerde, en basit moleküller dahi, yalnızca az miktarlarda üretilmiştir. Daha da kötüsü, bu moleküller, genellikle organik moleküllerin ikinci dereceden yapı taşlarıdır. Normal etkileri gitgide daha kompleks organik karışımlar oluşturmak olan jeokimyasal reaksiyonlar sonucunda, nasıl olup da moleküllerin ayrışabildikleri ve saflaşabildikleri hala bir problem olarak durmaktadır. Biraz daha kompleks moleküller için, bu zorluk hızla daha da büyür.

Alman bilim adamları Reinhard Junker ve Siegfried Scherer de, canlılık için gerekli moleküllerin hepsinin sentezinin, ayrı ayrı koşullar gerektirdiğine dikkat çekerler. Bu durum, Junker ve Scherer'e göre, yaşam için gereken birçok farklı maddenin biraraya gelme olasılığının hiç olmadığını göstermektedir:

Kimyasal evrim için gerekli tüm moleküllerin elde edileceği bir deney bilinmiyor. Dolayısıyla çeşitli moleküllerin, değişik yerlerde, çok uygun koşullarda üretilip, hidroliz (bir molekülün su etkisiyle ikiye ayrılmasını sağlayan tepkime) ve fotoliz (suyun ışık enerjisi ile ayrıştırılması olayı) gibi zararlı etmenlere karşı korunup, yeni bir reaksiyon bölgesine taşınması gerekmektedir. Burada tesadüften bahsedilemez, çünkü böyle bir olayın gerçekleşme ihtimali yoktur.

DNA'nın varlığından, ancak hücre tüm organelleriyle, eksiksiz mevcut olduğunda söz edilebilir.

Dr. John Keosian da The Origin of Life (Hayatın Kökeni) kitabında, evrimcilerin içinde bulunduğu bu çaresizliği şu sözlerle itiraf etmektedir:

Kimyasal evrim iddiaları gerçek dışıdır. Biyokimyasal bileşenlerin, biyokimyasal tepkimelerin ve mekanizmaların, enerji metabolizmasının ve depolamasının, belirli polimerleşmelerin, şifrelerin, transkripsiyon (DNA'daki genetik bilginin, mRNA'ya aktarılması) ve translasyon (RNA'daki genetik bilginin okunarak protein üretilmesi) mekanizmalarının ve daha birçok detayın, ilkel suların içinde canlılar henüz ortaya çıkmadan önce, canlı vücudunda yapacakları işlevler ile birlikte var olduklarına inanmamız bekleniyor. Kimyasal evrim kendi içerisinde son bulmuştur. Çoğu zaman, yaşam dışı organik kimyasal sentezlerde hiçbir şekilde meydana gelemeyecek, fakat canlılık için uygun koşullarda düzenlenmiş uydurma ya da ustalıkla çarpıtılmış laboratuvar sentezleri ile karşımıza çıkar… Ön yargılı kanaatlerimizi desteklediği için deneyleri, sonuçları ve yargıları eleştirmeksizin kabul etmeye hazırız… Hayatın kökeni sorununa çözüm olarak, günümüzde ortaya atılan yaklaşımlar ya konu dışıdır ya da kör bir noktada son bulur. İşte kriz burada yatar…

Kimyasal evrim senaryosunun imkansızlığı, DNA molekülünün yapısı itibariyle de mümkün değildir.

Çünkü DNA molekülü kendi haline bırakıldığında kararlılığını yitirir, yani dış etkenler molekülün yapısının kolaylıkla bozulmasına sebep olur. DNA'nın hücre içerisinde kararlı olmasının nedeni, büyük ölçüde özelleşmiş enzimler tarafından denetlenmesi ve tamir edilmesi sayesindedir. Hücre dışında, evrimcilerin iddia ettiği gibi ilkel okyanusların içinde yüzer haldeyken DNA'nın molekül yapısını koruması -kararlı kalması- mümkün değildir. Aksine bu molekülün, sözde ilkel okyanus ortamında bozulma oranı, sentezlenme hızından çok daha fazla olacaktı. Kimyacı Dr. Charles B. Thaxton, Dr. Roger L. Olsen ve Prof. Walter L. Bradley'in ortak çalışması olan The Mystery of Life's Origin (Hayatın Kökeninin Gizemi) adlı kitaplarında, "Okyanus ortamındaki kimyasal çorbada, RNA ve diğer temel biyomolekül sentezlerinin çok sayıda çapraz tepkime nedeniyle, neredeyse her bir devirde kısa devre yapması olasıdır." diyerek, yaşam için gerekli maddelerin kararlılığını koruyamayacaklarına değinmektedir.

Nitekim bir biyokimyacı DNA'yı hücreden ayırdığında veya laboratuvarda sentezlediğinde, onu erimesine sebep olacak suyun içinde veya bulunduğu kavanozu oda sıcaklığında, laboratuvar tezgahı üzerinde bırakmaz. Büyük olasılıkla ağzını sıkıca kapatıp bir tüp içerisinde, nitrojen altında ve derin dondurucuda saklardı. Kaldı ki bu koşullarda bile, molekül içerisindeki kimyasal bağlar yavaşça parçalanır ve biyolojik etkinlik zaman içinde kaybolur.
Evrimciler sözde ilkel okyanus içerisinde ve doğal koşullar altında, DNA, RNA ve protein moleküllerinin hızla yok edileceği gerçeğini, tümüyle görmezden gelmektedirler. Dr. Carl Sagan The Origins of Prebiological Systems (Prebiyolojik Sistemlerin Kökeni) adlı kitabında, hayatın kökeni ile ilgili mevcut senaryoların makul olmadığını şöyle kabul etmektedir:

Tartıştığımız problem çok geneldir. Organik moleküller üretmek için enerji kaynakları kullanıyoruz. Fakat aynı enerji kaynaklarının, bu organik molekülleri yok edebileceği de anlaşılmıştır. Organik kimyacı, tepkime ürünleri bozulmadan önce, bunları enerji kaynağından hemen uzaklaştırabilir. Fakat hayatın kökeninden söz ettiğimizde, sentezle birlikte, aynı zamanda bozulmaların da gerçekleştiğini ve bu ürünler hemen uzaklaştırılmadıklarında, tepkimenin gidişatının farklı olacağını görmezden gelmemeliyiz. Hayatın kökenini tekrar etmeye çalışırken, bu güçlükle bir şekilde karşılaşmayacağımız makul senaryolar hayal etmek zorundayız!

Burada unutulmaması gereken, DNA'daki bilgiyi okuyacak, bu talimatları algılayıp protein üretimi yapabilecek mekanizmaya sahip bir hücre dahi yokken, DNA'daki bilginin bir anlamı olmayacağıdır. Evrimcilerin öne sürdüğü ilkel dünya koşullarında, DNA molekülünün -her türlü imkansızlığa rağmen- kendiliğinden oluştuğunu farz etsek bile, DNA'nın varlığı tek başına bir anlam taşımazdı. Prof. David E. Green ve Prof. Robert F. Goldberger evrimci kimliklerine rağmen, hücrenin aşamalı olarak kendiliğinden ortaya çıktığı görüşünün geçersizliğini şöyle ifade etmektedirler:


… makromolekülden hücreye geçiş, fantastik boyutlarda bir sıçramadır ve test edilebilir bir hipotez değildir. Bu alanda herşey, varsayımlardan ibarettir. Mevcut bilgiler, hücrelerin, bu gezegende kendiliğinden ortaya çıktığını, gerçek olarak varsayacak bir temel oluşturmuyor. Duane T. Gish, Creation Scientists Answer Their Critics, Institute for Creation Research, ABD, 1993, s. 275

New York Times gazetesin bilim yazarı Nicholas Wade, Haziran 2000'de yayınlanan "Hayatın Kökeni Daha Karanlık ve Daha Karmaşık Oluyor" adlı makalesinde "Dünyada hayatın kökeniyle ilgili herşey bir sır ve ne kadar çok şey bilinirse, bilmece de o kadar derinleşiyor." demektedir. Biyokimyacı Prof. Michael J. Behe ise, evrim senaryoları açısından bilimin içinde bulunduğu durumu şöyle özetlemektedir:


Aslında çoğu bilim adamı, hayatın başlangıcı konusunda bir açıklama yapamamaktadır. Diğer taraftan bir kısım bilim adamları, hayatın kökeni konusunda, büyük zorluklara rağmen, evrimin kolaylıkla açıklanabileceğini düşünmektedirler. Bu garip durumun sebebi ise şöyledir: Kimyacılar hayatın kökeni senaryolarını ölçümlerle ve deneylerle test etmektedirler. Ancak evrimci bilim adamları, evrim senaryolarını ne ölçüm ne de deneylerle moleküler düzeyde test etmeye teşebbüs etmemektedirler. İşte bu nedenle hayatın kökeni çalışmalarına hakim olan evrimci biyoloji, deneyler yapılmadan önceki, 1950'lerdeki zihniyette tıkanıp kalmıştır: Hayal gücü sınırsız kullanılarak. Biyokimyanın gelişmesiyle, aslında evrim teorisinin kesinlikle açıklayamadığı bir dünya ortaya çıkmıştır ve bu dünya canlıların tamamında mevcuttur. Darwin'in başlangıç noktası olan hayatın kökeni ve görmenin kökeni, teori tarafından kesinlikle açıklanamamıştır. Darwin, hiçbir zaman, hayatın en temel seviyesinde bile bulunan eşsiz kompleksliği hayal edememiştir. Michael J. Behe, Darwin's Black Box: The Biochemical Challenge to Evolution, The Free Press, New York, 1996, ss. 172-173
Evrimcilerin bir türlü anlamak istemedikleri nokta da budur: Darwin canlılığın kompleksliğini öngöremeyecek kadar yüzeysel bilgilere sahip, sadece gözlemlerine dayanarak yorum yürüten, amatör bir bilim adamıydı. Evrim teorisine körü körüne bir bağlılık gösteren pek çok bilim adamı da, kendilerini bu cehaletin açmazı içinde bulmaktadır.

Gerek itibarlarını kaybetme endişesinden, gerek doğruları söyleme cesareti gösterememekten, gerekse Allah'ın yaratışını kabul etmek istemedikleri için toplu bir aldatmacanın parçası olmuşlardır. Ancak gerçekler öylesine açıktır ki, kimi zaman itiraf dışında evrimcilerin de söyleyecek sözleri bulunmamaktadır. Günümüz evrimcilerinden biri olmasına karşın, biyokimyacı Klaus Dose, hayatın sözde ilkel ortamda kendiliğinden oluşmasının imkansızlığını şöyle kabul etmektedir:

Bunun ardından hala açıklanamamış bir bilmece var, yani genlerimizde yerleşik bilgi örneğinde olduğu gibi, biyolojik bilginin kaynağı sorusu… Basit nükleotidlerin veya hatta ilkel dünya koşullarında kopyalanabilen polinükleotidlerin kendiliğinden oluşması ihtimali, bu alanda yapılan sayısız başarısız deney ışığında artık imkansız olarak kabul edilmelidir. Werner Gitt, In the Beginning was Information, 3. baskı, Almanya, 2001

"Yaşamın kimyasal yollarla ortaya çıkmasının imkansız olması" demek, "yaşamın tesadüfen ortaya çıkması imkansız" demektir. Dolayısıyla yaşamın kökenini tesadüfle açıklamaya kalkan evrim teorisi, daha ilk aşamada çökmektedir. Yaşamın kökeni tesadüf olmadığına göre, bilim açıkça göstermektedir ki, yaşam kusursuz bir şekilde yaratılmıştır. Yalnızca ilk canlılık değil, yeryüzündeki tüm farklı canlı sınıflamaları ayrı ayrı yaratılmışlardır. Nitekim fosil kayıtları bu hususu doğrulamakta, tüm türlerin yeryüzünde bir anda ve özgün yapılarıyla ortaya çıktıklarını, hiçbir evrim süreci geçirmeden yaratıldıklarını göstermektedir.